AHİR ZAMAN SORULARINA BEDİÜZZAMAN
CEVAP VERİYOR
.2.
İÇİNDEKİLER
1 HZ. MEHDİ’YE KATILACAK VE MANEVİ
YARDIMDA BULUNACAK
KESİMLER KİMLERDİR?
2 HZ. İSA
NUZÜL ETMİŞ MİDİR?
3 HRİSTİYANLIK ÜÇLEME VE HURAFELERDEN
ARINMIŞ MIDIR?
4 İSLAMİYET ve HRİSTİYANLIK İTTİFAK EDİP
BÜYÜK GÜÇ
KAZANARAK DİNSİZLİĞİ MAĞLUP ETMİŞLER MİDİR?
5 HZ. İSA HRİSTİYANLIĞIN BAŞINA GEÇMİŞ
MİDİR?
6 HRİSTİYANLIK İSLAMİYET’E TABİ OLMUŞ
MUDUR?
7 BEDİÜZZAMAN BAŞKUMANDAN OLMUŞ MUDUR?
8 HZ. MEHDİ ve TALEBELERİ GELDİĞİNDE,
BEDİÜZZAMAN
VEFAT ETMİŞ OLACAĞINI NASIL İFADE ETMİŞTİR?
9 BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ’YE OLAN BAĞLILIĞINI
NASIL TARİF ETMİŞTİR?
10 BEDİÜZZAMAN’IN
HZ. MEHDİ’Yİ ACİP BİR ŞAHIS
OLARAK
VASIFLANDIRMASINDAKİ HİKMET NEDİR?
11 HZ. İSA ve HZ. MEHDİ ile AHİR ZAMANDA
ZUHUR
EDECEĞİ
BİLDİRİLEN DİĞER ŞAHISLAR HERKES
TARAFINDAN
TANINABİLECEK MİDİR?
12 GELMESİ BEKLENEN ‘BÜYÜK MEHDİ’ İLE DAHA
ÖNCE MEHDİ
OLDUĞU ZANNEDİLEN KİŞİLER
NEDEN
BİRBİRİNE KARIŞTIRILMAKTADIR? 27
13 HZ. MEHDİ’NİN HANGİ ALANLARDA
FAALİYETLERİ OLACAKTIR?
14 HZ. MEHDİ SİYASET İLE İLGİLENECEK MİDİR?
15 NUR TALEBELERİNİN BEDİÜZZAMAN’I MEHDİ
ZANNETMELERİNDEKİ
HATA NEREDEN KAYNAKLANMAKTADIR?
16 AHİR
ZAMANDA HRİSTİYANLIĞI KİM TEMSİL EDECEKTİR?
17 AHİR
ZAMANDA DİNSİZLİĞİ KİM TEMSİL EDECEKTİR?
18 HZ.İSA
GELDİĞİNDE ONU KİMLER TANIYABİLECEKTİR?
19 BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ’DE GÖRÜLECEĞİNİ
BELİRTTİĞİ
HAKİM SIFATINA SAHİP OLMUŞ MUDUR?
20 HZ. MEHDİ’NİN ‘EN BÜYÜK MÜÇTEHİD’
OLACAĞINI
SÖYLEYEN
BEDİÜZZAMAN İÇTİHAD ETMİŞ MİDİR?
21 HZ. MEHDİ’NİN, 'İSLAM ALEMİNİN
KARANLIĞINI DAĞITMASI’ VASFI
BEDİÜZZAMAN’IN
DÖNEMİNDE GERÇEKLEŞMİŞ MİDİR?
22 BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ’NİN KENDİ DÖNEMİNDE Mİ,
YOKSA DAHA
SONRA MI GELECEĞİNİ SÖYLEMİŞTİR?
23 HZ. MEHDİ ÇALIŞMALARINDA RİSALE-İ
NUR’DAN
İSTİFADE
EDECEK MİDİR?
24 HZ. MEHDİ’NİN ÇALIŞMALARI BÖLGESEL
ETKİDE Mİ
OLACAK, YOKSA DÜNYA ÇAPINDA MI
FAALİYET
GÖSTERECEK?
25 HZ. MEHDİ’NİN 2. ve 3. VAZİFELERİNİN
ETKİSİ
DÜNYADA
NASIL GÖRÜLECEKTİR?
26 BU VAZİFELERİN GERÇEKLEŞMESİNE HERKES
ŞAHİT OLACAK MIDIR?
27 HZ.
MEHDİ’NİN EN BÜYÜK ve EN DEĞERLİ GÖREVİ
NE OLACAKTIR?
28 HZ. MEHDİ'NİN, RİSALE-İ NUR'DA
BİLDİRİLEN ALAMETLERİ NELERDİR?
EK BÖLÜM:
“AKILLI TASARIM” SAPTIRMACASI
EK BÖLÜM:
EVRİM TEORİSİNİN SONU.
1- HZ. MEHDİ’YE KATILACAK VE
MANEVİ YARDIMDA BULUNACAK
KESİMLER KİMLERDİR?
O ZAT BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA ve İTTİHAD-I
İSLAM'I MUAVENETİYLE (İslam Birliği'nin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA
VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT'İN NESLİNDEN
(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok
sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber
soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI
(büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini çok
önemli ve geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman "BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA" sözleriyle,
"TÜM MÜSLÜMANLARIN" ittifak halinde oluşturacakları birliğin
Hz. Mehdi'nin bu görevdeki yardımcıları olacağını bildirmiştir.
Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah
sevgisinden, iman coşkusundan alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru
tüm dünyanın aydınlanmasına vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı
böyle geniş çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş
değildir. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi
yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü
görevinin gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.
Bediüzzaman "İTTİHAD-I İSLAM'IN
MUAVENETİYLE" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini aynı zamanda "İSLAM
BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA" yerine getireceğini de bildirmiştir.
Böyle bir birlik Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla
da büyük bir ittifakın yardımı da söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam
Birliği'nin bu yardımlaşmasının Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve onun
üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üçüncü görevindeki
diğer bir desteğin de "BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN KATILIMLARIYLA" gerçekleşeceğini
bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin gelişi 1400 senedir tüm İslam alimleri ve iman
sahipleri tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir. Kuşkusuz ki bütün
alimlerin ve velilerin katılımının sağlanacağı böyle büyük bir destek, Hz.
Mehdi'nin mücadelesinde ve bu görevini yerine getirmesinde son derece önemli
bir rol oynayacak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dikkat edilirse
Bediüzzaman burada "BÜTÜN" kelimesini özellikle belirtmiş ve
Hz. Mehdi'yi "alimlerin tümünün birden" destekleyeceğini
bildirmiştir. İslam alimlerinin böyle büyük bir ittifakla destek vermeleri
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman bu katılımın
ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev ile birlikte gerçekleşeceğini
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin
Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına, ona destek verenler
arasında da Ehl-i Beyt’ten yani Peygamber soyundan gelen kimselerin
bulunacağına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman, tüm Müslümanlar, İslam alimleri ve
evliyalar ile birlikte "milyonlarca seyyidin de Hz. Mehdi'nin yanında
yer alacağını ve bu kutlu zata destek vereceğini" bildirmiştir. Hz.
Mehdi'nin üçüncü görevindeki diğer yardımcılarında olduğu gibi, böyle bir
destek de daha önce ne Bediüzzaman döneminde ne de ondan önceki müceddidlerin devrinde
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, "PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN GELEN MİLYONLARCA SEYYİDİN KATILIMI" ancak Hz. Mehdi
döneminde gerçekleşecektir.
Bediüzzaman "O VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA
ÇALIŞIR" sözleriyle ise "Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi değil, "BİR
İNSAN OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI" ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı
manevinin bir görevi "yapmaya çalışması" söz konusu değildir.
Böyle bir çaba ancak bir insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman
da bu gerçeği vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin
yerine getireceği hizmeti "BÜYÜK GÖREV" olarak
nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi'nin yapacağı
hizmetler, kendisinden önceki dönemlerde gelen müceddidlerin görevlerinden
farklı, "ÇOK BÜYÜK ÇAPLI" faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam
ahlakını dünya çapında hakim kılacak, İslam dünyasını biraraya getirecek ve tüm
Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman'ın "VAZİFE-İ UZMA"
sözleriyle ifade ettiği bu olaylar Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en
önemli alametlerinden olacaktır.
2- HZ. İSA NUZÜL ETMİŞ MİDİR?
Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle HAZRET-İ
İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (gökyüzünden inişi) KAT'İ (kesin) OLMAKLA
BERABER; mana-yi işarisiyle (işaret ettiği manayla) başka hakikatleri
(gerçekleri) ifade ettiği gibi bu hakikata da mucizane (mucizevi bir şekilde)
işaret ediyor. (Kastamonu Lahikası, s. 50)
Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne
gelecek olması Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde bildirilen bir gerçektir.
Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirmekte, hadislerde Hz. İsa'nın yeniden
dünyaya geleceğinin açıkça bildirildiğini söylemektedir. Bu, samimi olarak iman
edenler için çok kıymetli bir müjdedir. Allah'ın izniyle, ahir zamanda yaşayan
müminler bu mucizeye tanıklık edecek, aradan geçen 2000 yılın ardından Hz.
İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişine şahit olacaklardır.
Bediüzzaman bu sözünde kullandığı "KAT'İ"
kelimesiyle, Hz. İsa'nın yeniden dünyaya dönüşünün "KESİN" bir gerçek
olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman'ın Peygamberimiz (sav)'in hadislerine
dayandırarak verdiği bu haber, aksi yöndeki tüm iddiaları geçersiz kılmaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman'ın burada ortaya
koyduğu bir başka gerçek ise, Hz. İsa'nın manevi bir şahıs değil, insani
bedeniyle mucizevi bir şekilde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan "BİR
ŞAHIS" olduğudur.
Ancak Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, dünya
böyle büyük bir olayın gerçekleştiğine şahitlik etmemiş, Hz. İsa Bediüzzaman
hayattayken henüz nüzul etmemiştir. Allah’ın izniyle bu tarihi olay, Hz.
Mehdi'nin ortaya çıktığı dönemde gerçekleşecektir.
3-HRİSTİYANLIK ÜÇLEME VE
HURAFELERDEN ARINMIŞ MIDIR?
4-İSLAMİYET ve HRİSTİYANLIK
İTTİFAK EDİP BÜYÜK GÜÇ KAZANARAK
DİNSİZLİĞİ MAĞLUP ETMİŞLER MİDİR?
5- HZ. İSA HRİSTİYANLIĞIN BAŞINA
GEÇMİŞ MİDİR?
6- HRİSTİYANLIK İSLAMİYET’E
TABİ OLMUŞ MUDUR?
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli
göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın şahsiyet-i maneviyesinden
ibaret olan hakiki İsevilik dini zuhur edecek (ortaya çıkacak), yani rahmet-i
İlahiyenin semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata
karşı tasaffi edecek (temizlenecek), hurafattan ve tahrifattan
(hurafelerden ve tahriflerden) sıyrılacak, hakaik-i İslamiye (İslam gerçeği)
ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslamiyet'e inkılab edecektir
(dönüşecektir). Ve Kuran'a iktida ederek (uyarak), o İsevilik şahs-ı
manevisi tabi (uyan) ve İslamiyet metbu (uyulan) makamında kalacak; din-i
hak bu iltihak (katılma) neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır. (Mektubat
s. 53-54)
Bediüzzaman'ın sözlerinde belirttiği gibi,
Hristiyanlık dini, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişiyle birlikte, batıl
inanışlardan, hurafelerden ve tahrif olmuş özelliklerinden arınacak ve
temizlenecektir. İsevilik gerçek din olan İslamiyet ile birleşecek, manevi
olarak Hristiyanlık İslamiyet'e dönecektir. İki dinin birleşmesi ile
materyalizm fikren mağlup olacak ve insanların üzerindeki etkisi dağılacaktır.
Hz. Mehdi'nin İslam Birliği'ni oluşturması, tüm
Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine
girmesi, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelmesi ve tüm bunların sonucunda Hristiyanlığın da gerçek hak din olan İslam’a
tabi olup İslam ahlakının yeryüzüne hakim kılınması, dünya tarihinin belki de
en büyük ve en görkemli olaylarından olacaktır. Böylesine büyük gelişmeler
Bediüzzaman’ın döneminde de, günümüzde de yaşanmamıştır.
Bediüzzaman da bu
açıklamalarıyla bu önemli gerçeğe dikkat çekmiş ve Hz. Mehdi'nin geldiğinden
bahsedebilmek için bu önemli olayların gerçekleşmiş olması gerektiğini
hatırlatmıştır. Kendi yaşadığı dönemde bu olayların yaşanmamış olduğunu belirterek ise, kendisinin Hz. Mehdi
olamayacağını bir kez daha delillendirmiştir.
7- BEDİÜZZAMAN BAŞKUMANDAN
OLMUŞ MUDUR?
... BAŞKUMANDANLARI OLAN "BÜYÜK
MEHDİ"NİN KEMAL-İ ADALETİNİ
(yüce adaletini)VE HAKKANİYETİNİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını,
doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ gayet makul olmakla beraber, gayet
lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet
hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir).(Şualar, s. 456)
Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen
birçok hadiste Hz. Mehdi döneminde yeryüzünün adaletle dolacağı haber
verilmektedir:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden
başka vakit kalmamış da olsa Allah, benim Ehl-i Beytimden (soyumdan) bir zatı
gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi, o yeryüzünü adaletle dolduracak.
(Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile
dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur. (Sünen-i Ebu Davud, 5/93)
Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar yeryüzünü daha
önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır.
(Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)
Hadislerde belirtilen, bu adalet ve huzur ortamı
çok geniş çapta ve çok benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da "KEMAL-İ
ADALETİ" ve "HAKKANİYETİ" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin adaletinin
en mükemmel şekilde olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu
vasıflarını dile getirerek öncelikle onun bir şahs-ı manevi olmadığını,
"ADALET YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR ŞAHIS"
olduğunu ifade etmektedir. Bir şahs-ı manevinin "adaletli olması ya da hak
yoldan ayrılmama vasfını taşıması" söz konusu değildir. Bediüzzaman da Hz.
Mehdi'nin ahlakındaki bu "MÜMİN VASIFLARI"na dikkat çekerek, bu
konuya açıklık kazandırmış ve onun mübarek "BİR İNSAN" olduğunu
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinin başında ise "Büyük
Mehdi"nin "BAŞKUMANDANLIK" sıfatına dikkat çekmiştir. Bu, ancak
"BİR İNSAN"ın sahip olabileceği bir özellik ve bir insanın
üstlenebileceği bir görevdir. Çok açıktır ki Bediüzzaman burada bir şahs-ı
manevinin müminlerin başkumandanı olacağından bahsetmemekte; "BU GÖREVİ
YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI" ifade etmektedir.
Bediüzzaman yaşadığı devrin müceddidi olarak çok
kıymetli hizmetler yapmış ancak başkumandan vasfına sahip olmamıştır.
Bediüzzaman "BAŞKUMANDANLARI olan
"Büyük Mehdi"nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini DÜNYAYA
GÖSTERMELERİ" sözleriyle burada ayrıca Hz. Mehdi'nin yüce adaletinin,
haktan ve doğruluktan ayrılmayışının mükemmelliğine "BÜTÜN DÜNYANIN
ŞAHİT OLACAĞINI" ifade etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı görüp
tanıyacaklar, Allah'ın adil sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz. Mehdi'de
göreceklerdir. Hz. Mehdi'nin büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki de tüm
dünyada ilk kez zulüm ve kargaşa tamamen bitecek, dünya çapında barış, huzur ve
adalet olacaktır. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin geçmiş
dönemlerde gelmediğini, geldiğinde ise Allah'ın bu gelişmelerle onu insanlara
tanıtacağını bildirmektedir.
8-HZ. MEHDİ ve TALEBELERİ
GELDİĞİNDE, BEDİÜZZAMAN VEFAT
ETMİŞ OLACAĞINI NASIL İFADE ETMİŞTİR?
TA AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya
çapında) ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri), CENAB-I HAKK'IN
İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETİR ve O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE
KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH'A ŞÜKREDERİZ. (Kastamonu Lahikası, s. 99)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya
çıkacağını haber vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini Risale-i
Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un başlattığı
hizmeti bu mübarek şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir.
Bediüzzaman burada kullandığı "TA AHİR
ZAMANDA" sözleriyle Hz. Mehdi'nin geleceği zamanı belirtmektedir.
Bediüzzaman bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden "İLERİDEKİ
BİR TARİHTE" geleceğini dile getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada
kullandığı "TA" kelimesi ise bu konuya açıklık getiren önemli
bir ifadedir. "TA" kelimesi uzaklık ifade eden bir kelimedir.
Bediüzzaman bu ekle, ahir zamanın kendi yaşadığı dönemin çok daha ilerisinde,
daha uzakta bir zaman olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman Risale-i Nur'un
dar dairede yani sınırlı bir kesim içerisinde başlattığı hizmetleri daha
ileriki bir tarihte gelecek olan Hz. Mehdi ve talebelerinin devam
ettireceklerini ve bunu dünya çapında bir hizmete dönüştüreceklerini
bildirmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, bu
mübarek zatın ise kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini açık bir şekilde
ifade etmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç
görevden bahsettiği kimi sözlerinde "dar ve geniş daire" (dar
ve geniş alemler) kavramlarını kullanmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur'un
etkisinin ve bu yolla yapılan iman hizmetinin dar dairede yani sınırlı bir
bölgede yapılan bir faaliyet olduğunu ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin yapacağı
faaliyetlerin ise "HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE" yani "DÜNYA
ÇAPINDA" gerçekleştirileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi, Allah'ın
izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda dünyanın pek çok
yerinde dağınık halde bulunan Müslümanlar arasında İslam Birliği'ni sağlayacak
ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Tüm bunlar Hz. Mehdi'nin "HAYATIN
GENİŞ DAİRESİNDE" yerine getireceği görevlerin delillerini oluşturacak
ve Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayan alametler olacaktır. Bediüzzaman da
sözlerinin pek çoğunda bu konuyu gündeme getirerek, bunu, kendisinin Hz. Mehdi
olmadığına dair bir delil olarak göstermiş, Hz. Mehdi'nin yapacağı
faaliyetlerin etkisinin büyüklüğünü hatırlatmıştır.
Bediüzzaman burada ahir zamanda gelecek ve Kuran
ahlakını tüm dünyada hakim kılacak olan Hz. Mehdi'den, kendisinin attığı
tohumların "ASIL SAHİPLERİ" olarak bahsetmektedir. Bu
açıklamalarına göre, Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin
tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi ise bu hakimiyetin asıl sahibi
olacaktır. Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak olan
ahir zaman topluluğunun lideri Allah'ın izniyle Hz. Mehdi olacaktır.
Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve onun talebeleri için burada kullandığı "ASIL
SAHİPLERİ" ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin ve talebelerinin dünya çapında
yerine getireceği görevlerin asıl sahibinin kendisi olmadığını açıklamış ve
böylece kendisinin Hz. Mehdi olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir
başka önemli nokta ise, Hz. Mehdi ve onun şahs-ı manevisini oluşturan
talebelerinin iki ayrı kavram olduğudur. Bediüzzaman "Hz. Mehdi VE
şakirtleri" derken burada kullandığı "VE" kelimesiyle
bu duruma açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak ikisinin
biraraya gelmesinden Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevisi oluşmaktadır. Ama bu şahs-ı
manevinin oluşabilmesi için başta mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak
bulunacaktır. Bediüzzaman da burada, "HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ"
sözleriyle bu gerçeği dile getirmekte ve Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olarak
değil, talebelerinin başında ayrı bir şahsiyet olarak var olacağını ifade
etmektedir.
Bediüzzaman bu sözünde, "Cenab-ı Hakk'ın
izniyle GELİR" diyerek öncelikle Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek
bir şahıs olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü bilindiği gibi "GELME"
fiili, manevi bir şahsın gerçekleştirebileceği bir olay değildir. "GELME"
ifadesi burada açıkça bir insanın gelişini müjdelemek için kullanılmış bir
fiildir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olduğunu belirtmek
isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi'nin gelişinden
bahsetmezdi.
Bediüzzaman, kendi döneminde imanı kurtarma
yolunda mücadele vermiş ve ahir zaman cemaatine öncülük etmiştir. Bediüzzaman "O
DAİREYİ GENİŞLETİR" sözüyle, kendisinin "dar dairede" yani
"sınırlı bir çevrede" başlattığı iman kurtarma mücadelesinin Hz.
Mehdi zamanında genişleyeceğini ve "DÜNYA ÇAPINDA"
neticeleneceğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla, Hz. Mehdi'nin
özelliklerini ve yerine getireceği görevlerin benzersizliğini hatırlatarak bir
kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den önce gelmiş,
insanların Allah'ın dininden uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman
hakikatleri üzerinde durarak çok büyük bir imani hareket başlatmıştır. "O
TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR" sözleriyle bu büyük fikri mücadelesini tohum
ekmeye benzetmektedir. Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman tohumlarının
sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın başlattığı bu imani
çalışmaları genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını belirtmektedir.
Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle, kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir dönemde
yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin ise kendisinden sonraki bir dönemde
gerçekleşeceğini açıkça ifade etmektedir.
Bediüzzaman, "BİZLER DE KABRİMİZDEN
SEYREDİP" sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği yani Hz.
Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat
etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin
Hz. Mehdi olmadığını, bu kutlu şahsın gelip görevine başladığı dönemde
kendisinin hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.
9- BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ’YE OLAN BAĞLILIĞINI
NASIL TARİF ETMİŞTİR?
O İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret
uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN bir HİZMETKARI ve ONA
YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDARI (yardımcı kuvveti) ve OBÜYÜK
KUMANDANIN PİŞDAR BİR NEFERİ (önden giden bir askeri) olduğumu
zannediyorum. (Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman bu ifadesinde Hz. Mehdi için, "İLERİDE
GELECEK" sözlerini kullanmıştır. Bediüzzaman "gelmiş" veya
"geldi" gibi kendi dönemini ve öncesini kasteden ifadelere yer
vermemiştir; "ileride gelecek" diyerek Hz. Mehdi'nin kendi
yaşadığı dönemden sonra geleceğini açıklamıştır. "İLERİDE"
kelimesinin gelecek bir zamanı ifade etttiği son derece açıktır ve
Bediüzzaman'ın bu konudaki düşüncesini hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde
ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözüyle kendi yaptığı
çalışmaların, Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayacağını ifade etmekte, kendisini bu
mübarek zatın "HİZMETKARI" olarak nitelendirmektedir. Kuşkusuz
ki bu son derece kesin bir açıklamadır. Eğer Bediüzzaman'ın, kendisinin Hz.
Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, kendisini "Hz. Mehdi'nin
hizmetkarı" olarak nitelendirmezdi. Çünkü "bir kişinin aynı anda
hem Hz. Mehdi hem de onun hizmetkarı olabilmesi" mümkün değildir.
Dolayısıyla bu ifade açıkça ortaya koymaktadır ki Bediüzzaman burada çok açık
bir şekilde Hz. Mehdi olmadığını belirtmiştir.
Bediüzzaman burada "ONA YER HAZIR
EDECEK" ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek
bir kimse olduğunu bir kez daha açıklamıştır. Bilindiği gibi "hazırlık"
bir şeyin öncesinde yapılan bir eylemdir. Halihazırda mevcut olan, hazır
bulunan bir şey için hazırlık yapılması söz konusu değildir. Bediüzzaman da
burada kendisinin "Hz. Mehdi'nin gelişinden önce böyle bir hazırlık
içerisinde olduğunu" ifade etmektedir. Bu da Hz. Mehdi'nin,
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz ortaya çıkmamış olduğunu, bu dönemin bir
"hazırlık devresi" olduğunu göstermektedir.
Hadislerde yer alan tariflere ve Bediüzzaman'ın
açıklamalarına göre, ahir zaman mücadelesi çok kapsamlı bir fikri mücadele
olacaktır. Bu fikri mücadelede Hz. Mehdi döneminde yaşayan salih müminler görev
aldığı gibi, kendisinden önce gelip ona yer hazırlayacak yardımcıları, dostları
da olacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeğe işaret etmektedir. Büyük
İslam alimi, kıymetli hizmetleri ile ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'ye
ortam hazırladığını dile getirmektedir. Fikri mücadelesinin, hizmetlerinin,
eserlerinin Hz. Mehdi'nin çalışmalarına fayda sağlayacağını ve bunların Hz.
Mehdi tarafından kaynak olarak kullanılacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu
açıklamalarıyla, kendisinin ahir zamanın beklenen Mehdisi olmadığını bir kez
daha bizzat kendi sözleriyle ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca kendi konumunu
da çok açık bir şekilde tanımlamıştır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bir
insanın aynı anda hem "Hz. Mehdi olması" hem de ona "yer
hazır edecek bir kimse" olabilmesi söz konusu değildir. Çünkü yer
hazır edecek olan kişi, o kişiyle eş zamanlı olarak bu görevi yapmamaktadır.
Onun görevi olayın öncesindedir; gelecek olan kişi yani Hz. Mehdi ise bu yer
hazır edildikten sonra yani ileriki bir zamanda görevine başlayacaktır.
"DÜMDAR" kelimesi "yardımcı kuvvet" anlamına
gelmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl mücadeleyi yürüten zata
imkan hazırlayan yardımcı kuvvetlere benzetmiştir. Bu şekilde kendisinden sonra
gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele ile İslam ahlakının getirdiği tüm
güzellikleri yeryüzüne hakim edecek olan Hz. Mehdi'nin bir yardımcısı olduğunu
ifade etmektedir. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu düşünseydi
kuşkusuz ki burada kendisini "Hz. Mehdi'nin yardımcısı" olarak
tanımlamazdı. Çünkü "Hz. Mehdi'nin ve yardımcısının",
"birbirinden farklı, iki ayrı kişi" olduğu çok açıktır. Eğer
Bediüzzaman "yardımcısıyım" diyorsa, bu onun Hz. Mehdi olmadığını
belirttiği çok açık bir ifadedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken "O
BÜYÜK KUMANDAN" sözlerini kullanarak Hz. Mehdi'nin "kumandanlık
vasfına" da dikkat çekmektedir. Bir şahs-ı manevinin kumandanlık
sıfatı taşımasının söz konusu olamayacağı çok açıktır.
Bediüzzaman'ın burada kullandığı "PİŞDAR
BİR NEFER" ifadesi, "ÖNDEN GİDEN ASKER" anlamını
taşımaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle kendisini önden giden öncü kuvvetlere
benzetirken, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra geleceğini bir kez daha
vurgulamıştır. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu belirtmek
isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir ifade kullanmazdı. Çünkü bu ifade aksi yönde
öne sürülebilecek tüm iddiaları geçersiz kılmakta ve konuya kesin bir açıklık
kazandırmaktadır. Bediüzzaman "kendisini ÖNDEN GİDEN" bir kişi
olarak nitelendirmekle; "Hz. Mehdi'nin ise kendisinden SONRA
GELEN" bir kimse olduğunu netleştirmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca "BİR
NEFER" yani asker kelimesini kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi değil,
onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden bir görevli olduğunu bir kez daha ifade
etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir "HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ"
olarak vasıflandırdığı ve bu kadar övgüyle, saygıyla bahsettiği Hz. Mehdi, tüm
İslam alemi tarafından asırlardır beklenmektedir. Bediüzzaman da bu
açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda, Allah'ın izniyle, muhakkak ortaya
çıkacağını müminlere müjdelemektedir.
10- BEDİÜZZAMAN’IN HZ. MEHDİ’Yİ ACİP BİR ŞAHIS
OLARAK VASIFLANDIRMASINDAKİ HİKMET NEDİR?
O İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret
uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN… (Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin önemli bir özelliğini
vurgulamış ve Hz. Mehdi'nin "ACİB BİR ŞAHIS" olduğunu ifade
etmiştir. "Acib" kelimesi, "hayret veren, şaşırtıcı,
benzeri görülmeyen" anlamındadır. Hadislerde Hz. Mehdi'nin çok büyük
bir fikri mücadelesi olacağı, yaptığı işlerin dünya çapında etki göstereceği
bildirilmektedir. Bediüzzaman da, Hz. Mehdi'den "ACİB"
ifadesiyle bahsetmekte, bu mübarek zatın daha önce "BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ
BİR KİŞİ" olacağına dikkat çekmektedir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin
kullandığı yöntemlerin ve mücadele şeklinin alışılmışın dışında olacağı
bildirilmiştir. Bu bilgilere göre, Hz. Mehdi çok etkili yöntemler kullanacak,
her konuda başarılı sonuçlar elde edecektir. Bu başarısına karşılık, kendisine
çok yoğun saldırılar olmasına rağmen bunlardan hiç etkilenmeyecektir.
Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin, "herkesin anlayamayacağı vehbi
(çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfuyla olan) ilimlere de vakıf bir şahıs
olacağını" ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu sözünden anlaşıldığı
üzere, Hz. Mehdi döneminde hayret verici olaylar da yaşanacaktır. Hadislerde
bildirildiğine ve İslam alimlerinin ifadelerine göre, olağanüstü doğa olayları,
beklenmedik siyasi değişimler, teknolojinin hızla gelişmesi, dünya çapında
tebliğ yapılması benzeri görülmemiş bir dönem olacağını anlatmaktadır. Hz.
Mehdi her an Allah'ın yakın takibine ve yardımına mazhar olacaktır. Bu
nedenle, Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, iman gözüyle bakmayanların
şaşıracağı, kolay kolay açıklayamayacağı harikalıkta başarılara vesile
olacaktır.
11- HZ. İSA ve HZ. MEHDİ ile AHİR ZAMANDA ZUHUR EDECEĞİ
BİLDİRİLEN DİĞER ŞAHISLAR HERKES TARAFINDAN
TANINABİLECEK MİDİR?
Hatta HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN NÜZULÜ
(yeryüzüne inişi) dahi ve KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU, NUR-U
İMANIN DİKKATİYLE (imanın ışığıyla) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ. Hatta DECCAL
VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I MÜDHİŞE (ürkütücü şahıslar) KENDİLERİ DAHİ
KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR. (Şualar, s. 487)
Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne
ikinci kez geleceğini bildirmekte, ancak bu mübarek zat geldiğinde herkesin
kendisini tanımayacağına dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN
NÜZULÜ" sözleriyle Hz. İsa'nın, Allah'ın bir mucizesi olarak ahir
zamanda insani bedeniyle gökyüzünden yeryüzüne ineceğini anlatmaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle Hz. İsa'nın ahir zamanda Hristiyan toplumunun
başında bir mana ya da manevi bir lider olarak değil, bizzat hidayet önderi "BİR
ŞAHIS" olarak bulunacağını kesin ifadelerle açıklamaktadır.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa'nın yeryüzüne
indiği zaman, kendisinin de Hz. İsa olduğunu önceleri bilmeyeceğini, ancak daha
sonra farkına varacağını bildirmiştir.
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceği
Kuran'da bildirilmiş ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verilmiş bir
gerçektir. Bediüzzaman, çevresindeki insanların, Hz. İsa'nın ahir zamanda
beklenen peygamber olduğunu ancak "İMANLARIYLA FARK
EDEBİLECEKLERİNİ" söylemiştir. Bu da yine Bediüzzaman'ın Hz. İsa'dan
bir şahs-ı manevi olarak söz etmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman
burada açıkça insanların bir şahs-ı maneviyi değil, "BEKLEDİKLERİ BİR
ŞAHSI" tanımalarından bahsetmektedir. Bediüzzaman ayrıca "HERKES
BİLEMEZ" diyerek Hz. İsa'yı herkesin tanıyamayacağını bir kez daha
belirtmiş, bahsedilenin bir şahs-ı manevi değil, maddi varlığıyla ortaya
çıkacak "BİR İNSAN" olduğunu tekrar vurgulamıştır.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de
samimi olarak iman edenler imanlarının vesilesiyle, Allah'ın izniyle bu mübarek
zatı hemen tanıyacak, onun yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.
Bediüzzaman, bu sözleriyle Mesih Deccal ve Süfyan
Deccal gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye karşı inkara dayalı bir mücadele verecek
olan ahir zaman şahıslarının da herkes tarafından teşhis edilemeyeceğine dikkat
çekmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı "EŞHAS-I MÜDHİŞE" sözlerinde
geçen "EŞHAS-I" kelimesiyle, Süfyan ve Deccal'in "BİRER
ŞAHIS" olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde şahıs anlamına
gelen benzer kelimeleri Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de kullanmaktadır. Süfyan ve
Deccal'in şahıs olarak ortaya çıkacağını kabul edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
ise sadece şahs-ı manevilerinin olacağını düşünmek son derece çelişkilidir.
Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, Süfyan Deccal ve Mesih Deccal nasıl birer
şahıs olarak ortaya çıkıyorlarsa, bunların fitnelerini ortadan kaldıracak olan
Hz. İsa ve Hz. Mehdi de Allah'ın izniyle ahir zamanda mübarek zatlarıyla ortaya
çıkacaklardır.
12- GELMESİ BEKLENEN ‘BÜYÜK MEHDİ’ İLE DAHA ÖNCE
MEHDİ
OLDUĞU ZANNEDİLEN KİŞİLER NEDEN BİRBİRİNE
KARIŞTIRILMAKTADIR?
Ayrıca hem iki Deccal'in sıfatları ve halleri
ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (karıştırılıyor),
BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR. HEM "BÜYÜK MEHDİ"NİN HALLERİ SABI
MEHDİLERE (önceki Mehdilere) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (uygun)
ÇIKMIYOR, hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne
geçer. (Şualar, s. 582)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanla
ilgili hadislerinde bahsi geçen Deccallerin özelliklerinin ve faaliyetlerinin
birbirine benzediğini; bu sebeple birinin diğeri zannedilebildiğini
söylemektedir. Ancak bu hadislerde "Büyük Mehdi"ye dair bildirilen
özelliklerin, "sabık Mehdiler" olarak bahsettiği, önceki dönemlerde
gelmiş olan müceddidlerden çok farklı olduğunu belirtmiştir:
Bediüzzaman "İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR)
BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR" sözleriyle, hadislerde bahsi geçen Deccallerin
karıştırılabildiğini hatırlatmıştır. Bediüzzaman ahir zamanda gelecek "Büyük
Mehdi" ile "sabık Mehdiler" arasında ise böyle bir
karıştırmanın söz konusu olamayacağını belirtmiştir. Bunun sebebinin de "Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde sabık Mehdiler ile ilgili olarak verilen bilgilerin Büyük
Mehdi'nin özellikleri ile uyuşmaması" olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle "BÜYÜK
MEHDİ"nin "geçmiş zamanlarda gelmemiş olduğunu", bu
mübarek şahsın, "Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm özelliklere
birden sahip olmasıyla tanınacağını" dile getirmiştir. Zira bir
kişinin Mehdi olabilmesi için Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen
özelliklerin tamamını birden üzerinde göstermesi gerekmektedir. Yoksa bazı
alametlerin var zannedilmesiyle, o kişinin Mehdi olduğunun düşünülmesi doğru
değildir. Hz. Mehdi, Allah'ın izniyle ortaya çıktığı zaman, Peygamberimiz
(sav)'in bildirdiği tüm bu alametleri üzerinde taşıyacaktır. Peygamberimiz
(sav)'in bildirdiği gibi "seyyid", yani Peygamberimiz (sav)'in
soyundan olacak, İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, yeryüzüne benzersiz
bir adalet, huzur, bolluk ve bereket getirecektir. Bediüzzaman da buradaki
sözleriyle bu alametlerin farklılığına dikkat çekmiş, bu özelliklerle uyuşmayan
şahısların Hz. Mehdi olamayacağını hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu konuyu anlattığı sözlerinde bir
başka konuyu daha vurgulamış, hadislerde bildirilen Deccallerin, sabık
Mehdilerin ve Hz. Mehdi'nin "manevi kişilikler" değil, "BİRER
ŞAHIS" olduklarını belirten açıklamalar da yapmıştır. Zira "BİRİ"
ve "ÖTEKİ" sözleri burada "KİŞİ" ifade eden
zamirler olarak kullanılmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle hem "SABIK
MEHDİLERİN" hem de "BÜYÜK MEHDİ"nin "BİRER
ŞAHIS" olduklarını ifade etmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde sabık Mehdilerin, ahir
zaman Mehdisi'nin üç büyük görevini yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi
olamayacaklarını anlatmıştır. Bunun bir diğer sebebinin ise yukarıda da
açıklandığı gibi, Büyük Mehdi'nin özelliklerinin Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde sabık Mehdilere dair bildirdiği özelliklere uymaması olduğunu
belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin, ortaya çıktığında
bu özelliklere sahip olmasıyla tanınıp teşhis edilebileceğini hatırlatmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği, Hz. Mehdi'nin ahlakına,
fiziksel özelliklerine, soyuna, mücadelesine, yerine getireceği faaliyetlere
ait alametler görülmediği takdirde ise, bir kişinin Hz. Mehdi olabileceğinden
bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla da verdiği bu bilgilerle,
hadislerde bildirilen müjdelerin henüz gerçekleşmediğine ve Hz. Mehdi'nin
geçmiş dönemlerde gelmiş bir şahıs olmadığına dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle aynı zamanda Hz.
Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, "BİR ŞAHIS" olarak
müminlerin başında bulunup, onlara önderlik edeceğini de açıklamıştır. Şöyle
ki:
1- Bediüzzaman, daha önce gelen Mehdilerin birer
şahıs olduklarını anlatıp ardından da Büyük Mehdi ile aralarındaki farkı açıklamıştır.
Demek ki Büyük Mehdi de "BİR ŞAHIS"tır.
2- Önceki Mehdiler belirtilen görevleri yerine
getirememişlerdir. Ama bu görevleri Büyük Mehdi yerine getirecektir. Bu
görevlerin yapılabilmesi ise, bir şahsın var olmasını gerektirmektedir. Demek
ki Büyük Mehdi de "BİR ŞAHIS" olacaktır.
3- Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde tarif ettiği sabık Mehdi'lere dair özelliklere uymamaktadır. Büyük
Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği ahir zaman Mehdisi'nin
özelliklerini taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin
bir şahs-ı manevi olmadığı fiziksel özellikleriyle, ahlakıyla tarif edilen bir
şahıs olduğu yüzyıllardır tüm İslam alimleri tarafından bilinen bir gerçektir.
Bediüzzaman da burada Büyük Mehdi'nin, hadislerde anlatılan sabık Mehdilerden
bu farkına dikkat çekerek, yine "BİR ŞAHIS"tan bahsettiğini
ifade etmiştir.
Bu açıklamalarda bahsi geçen "sabık
Mehdilerin" birer şahıs oldukları kabullenilirken, Bediüzzaman'ın aynı
açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği "Büyük Mehdi"nin
"bir şahs-ı manevi" olacağı düşüncesini öne sürmek elbette ki
çelişkilidir. Böyle bir durumda, rivayetlerde belirtilen ahir zaman
Mehdisi'nden önce gelen tüm Mehdilerin de birer şahs-ı manevi olması gerekirdi
ki, böyle bir durum olmamıştır. Dolayısıyla da böyle bir yaklaşım son derece
yanlış ve mantıksızdır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz
(sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük
Mehdi, ahir zamanda "BİR ŞAHIS" olarak ortaya çıkacak ve
Allah'ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden bizzat yerine
getirecektir.
13- HZ. MEHDİ’NİN HANGİ ALANLARDA FAALİYETLERİ
OLACAKTIR ?
BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE,
SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (işleri) OLDUĞU
GİBİ...(Şualar, s. 590)
Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz.
Mehdi'nin;
- Siyaset,
- Diyanet,
- Saltanat
alanlarında büyük görevleri olacağını
bildirmekte, ve bu görevlerin hepsini birden tam olarak yerine getiren kişinin
Hz. Mehdi olabileceğini ifade etmektedir.
Bediüzzaman "Büyük Mehdi"nin, sabık
Mehdiler olarak adlandırdığı kişilerden en önemli farklarından birinin, onun
yerine getireceği "büyük görevler" olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman
"ÇOK VAZİFELERİ VAR" diyerek, yerine getireceği bu görevlerin
Hz. Mehdi'yi insanlara tanıtacak önemli bir alamet olduğunu vurgulamaktadır.
Bediüzzaman, bu görevlerin tamamı birden yerine getirilmediği takdirde ise, bir
kimsenin Hz. Mehdi olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır.
Bediüzzaman bu sözlerinde "ÇOK VAZİFELERİ
VAR" dediği Hz. Mehdi'nin bu görevlerinin neler olduğunu
açıklamaktadır. Hz. Mehdi'nin, "SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ ve
DİYANET MEHDİSİ olarak bu üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda
birden Mehdilik yapacağını" söylemektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman
bu görevleri "üç ayrı kişi"nin yerine getireceğinden bahsetmemiştir.
Tam tersine Hz. Mehdi'nin bu "ÜÇ KONUDA BİRDEN" müminlerin
önderliğini üstleneceğini belirtmiştir. Bu sözleriyle ayrıca, "Mehdiliği
üçe bölmenin, tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını
söylemenin" yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. Mehdi'nin
imkanlarının çok geniş olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu üç alanda
birden güç sahibi olunmasıyla gerçekleştirileceğini açıklamaktadır. "ÇOK
DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ" sözleriyle ise, Hz. Mehdi'nin bu "faaliyetlerinin
ve etki alanının çapının genişliğini" belirtmektedir.
Bediüzzaman yaşadığı süre içerisinde çok büyük
bir iman hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda birden imkan ve yetkilere sahip
olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında
geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının
büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Kuşkusuz ki
eğer Bediüzzaman Mehdi olsa ve diyanet, saltanat ve siyaset alanlarındaki üç
görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durum söz konusu olmazdı. Dolayısıyla
Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği bu bilgi ile, kendisinin Hz. Mehdi
olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir kez daha delillendirmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin "lider
vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS" olduğuna bir kez daha dikkat
çekmiştir. Bediüzzaman'ın saydığı görevlerin her biri ancak "BİR
İNSAN"ın üstlenebileceği sorumluluklardır. "MEHDİ"
kelimesi, "HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN" anlamındadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "DİYANET", "SİYASET"
ve "SALTANAT" aleminde bu "MEHDİLİK VASFINI"
taşıyarak büyük sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir. Bir şahs-ı
manevinin diyanet, siyaset ve saltanat konularında yetki sahibi olması; bu
alanlarda insanların sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması hiçbir
şekilde söz konusu değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, "HİDAYET BULMUŞ BİR İNSANIN",
"iman, akıl ve vicdan kullanarak yerine getirebileceği görevler"dir.
Bediüzzaman da sözleriyle bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı
manevi olamayacağını ifade etmiştir.
14- HZ. MEHDİ SİYASET İLE İLGİLENECEK MİDİR?
Yukarıdaki sorunun cevabında da açıklandığı gibi
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görev hakkında
geniş bilgi vermiş ve Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset, saltanat ve mücadele
alanlarında Mehdilik görevini ne şekilde yerine getireceğini” detaylı
olarak anlatmıştır. Bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin “İslam ahlakını tüm dünyaya
hakim kılacağını, Müslümanların manevi liderliğini üstlenerek İslam Birliği’ni
sağlayacağını, Hristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” ayrıntılı olarak
açıklamıştır. Bediüzzaman'ın tüm bu izahları hiçbir tartışma ya da tevile yer
bırakmayacak kadar açıktır.
Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin sadece iman
hakikatleri yönünde bir hizmet yapıp, siyaset ya da saltanat alanlarında görev
yapmayacağını düşünseydi, risalelerde böyle bir açıklamaya yer vermez, Hz.
Mehdi'nin bu yöndeki görevlerini Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak
bu kadar uzun ve ayrıntılı olarak izah etmezdi.
Ancak Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin siyaset
alanındaki görevine ilişkin sözlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle
Bediüzzaman'ın “siyaset” kavramını ne anlamda kullandığının ve “Hz.
Mehdi'nin siyaset alanında yerine getireceği vazifeler” ile ne kastettiğinin
tam olarak açıklanması gerekmektedir.
Bediüzzaman “... Ve sİyaset alemİnde, dİyanet alemİnde, saltanat
alemİnde, mücadele alemİnde çok dairede icraatları olduğu gibi...”
(Şualar, s. 590) sözleriyle, Hz. Mehdi'nin siyaset aleminde önemli görevler
üstleneceğini belirtmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, “Peygamberimiz
(sav)'in halifesi” yani “Müslümanların manevi lideri” vasfını taşıyarak tüm
dünya Müslümanları arasında İslam Birliği’ni kuracağını, Hristiyan alemiyle
ittifak oluşturacağını ve Hz. İsa ile birlikte, İslam ahlakını tüm dünyada
hakim kılacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın detaylı olarak açıkladığı Hz.
Mehdi'nin üstleneceği tüm bu görevler, Hz. Mehdi'nin “Peygamberimiz (sav)'in
halifesi yani tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri” vasfını taşıyacağını
ve “idareci” konumunda olacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak halife olması; yani Müslümanların manevi
lideri sıfatını taşıması ayrı, siyaset ise ayrı bir konudur. Hz. Mehdi dünya
siyasetiyle bizzat ilgilenmeyebilir ama “Müslümanları ilgilendiren her
konuda çözüm getirecek kişi olarak manevi liderleri Hz. Mehdi olacaktır”.
Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu görevin ne şekilde adlandırıldığı önemli değildir.
“Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyaset, ‘Kuran ahlakı içerisindeki siyaset’
olacaktır”. Önemli olan Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu vazifenin “Kuran’ın
bir hükmü” olmasıdır. “Kuran ahlakına uygun siyaset”in anlamı “güzel
ahlaklı, şefkatli, merhametli olmak, adaletli davranmak, müminler arasında
birlik ve kardeşliği, barışı ve sosyal adaleti sağlamak, adaletsizliği
gidermek, zenginlik ve refahı sağlamak”tır. Kuran’da Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği bu görev “İslam ahlakının hakimiyeti” olarak
müjdelenmektedir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde
bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve
iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak,
kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur
Suresi, 55)
Hz. Mehdi de Kuran’ın bu hükmü gereği, tüm
Müslümanların huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlayacak, İslam ahlakının
güzelliğini tüm dünyada yerleşik kılacaktır. Bediüzzaman'ın da siyaset ve
saltanat kavramlarıyla kastettiği ana konu budur; “Hz. Mehdi'nin tüm dünya
Müslümanlarının liderliğini üstlenmesi ve Kuran'da belirtilen bu hükme uygun
olarak İslam dünyasının menfaatleri yönünde faaliyetlerde bulunması”dır.
Tüm bunlar Kuran ahlakının ve Kuran ayetlerinin bir gereğidir. Bediüzzaman'ın “o
zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve
Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) icra ve tatbik etmektir” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9) sözleriyle belirttiği gibi, Hz. Mehdi de, Kuran
ahlakının gerekliliklerini uyguladığında, İslam Birliği’nin oluşmaması, Hz.
Mehdi'nin idareci vasfını taşımaması, yetki sahibi olmaması ya da lider
konumunda olmaması söz konusu değildir. Zira tüm bunlar Allah’ın tüm
Müslümanları yaşamakla yükümlü kıldığı hükümlerdir. Nitekim Bediüzzaman da Hz.
Mehdi'nin bu vasıfları taşıyacağını “Hilafet i Muhammediye (A.S.M.)
(Peygamberimiz (sav)'in halifesi) unvan ile şeair-i İslamiyeyi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden
canlandırmaktır).” (Emirdağ
Lahikası, s. 259) sözleriyle ifade etmektedir.
Bir ayette Allah Müslümanlara, içlerindeki “emir
sahiplerine” uymalarını şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat
edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa
düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret
gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa
Suresi, 59)
Bu ayet gibi Kuran'da, Müslümanların, Allah’ın
kendilerini dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaştırması için göndermiş olduğu
elçilere uymalarıyla ilgili çok fazla ayet yer almaktadır. İşte Bediüzzaman'ın,
“siyaset aleminde, diyanet aleminde, salatanat aleminde ve mücadele
aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi” sözleriyle Hz. Mehdi için
kastettiği siyaset anlayışı da budur. Bediüzzaman bu sözlerinde yer alan
“siyaset ve saltanat” kavramlarıyla Hz. Mehdi'nin, Kuran’ın bu hükmünü ne
şekilde yerine getireceğini açıklamaktadır.
15- NUR TALEBELERİNİN BEDİÜZZAMAN’I MEHDİ
ZANNETMELERİNDEKİ HATA NEREDEN KAYNAKLANMAKTADIR?
Bazı ayet-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife
(hadisler) AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ E BERİ (en büyük müceddidi)
mana-yı işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN VE CEMİYETİNİN
ÜÇ VAZİFESİNDEN en ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en
küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş
gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı
manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA dair HABERLERİ VE İŞARETLERİ,
RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE
(uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını
hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE
HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde
bulundurmamışlar). (Tılsımlar Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken, "O
gelecek zatın ve cemiyetinin ÜÇ VAZİFESİ" olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üç görevini şöyle
açıklamıştır:
1- Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahir zamanda
tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin
ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir
çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi'nin birinci vazifesinin,
maddecilik fikri yani Allah'ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve
ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki
etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir.
2- Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin,
İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini
canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar
halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirerek İslam Birliği’ni
sağlayacak ve İslam dünyasının liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin bu birlikteliği bir dayanak noktası yapacağını ve bu şekilde
Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmiştir.
3- Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin
İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu
belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin, Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların
desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.
Hz. Mehdi bu görevlerin üçünü birden yerine
getirecek ve bu, onun tanınmasını sağlayacak ve en önemli alametlerinden
olacaktır. Bediüzzaman kendisi de dahil olmak üzere, daha önce yaşamış olan
hiçbir müceddidin bu üç görevi birarada yerine getiremediğini, bunları ancak Hz.
Mehdi'nin gerçekleştireceğini belirtmiştir.
Bediüzzaman, bu sözüyle yaygın olarak yapılan bir
yorum hatasına işaret etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye dair haber ve
işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu
yakıştırmanın Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan kimselerin Hz. Mehdi'nin iki
büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate
vardıklarını ifade etmektedir. İslam Birliği’nin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin
tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hristiyanlarla ittifak sağlanması ve
Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki
dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine getirmiş
değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek Risale-i Nur'un
şahs-ı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını ifade
etmektedir.
Bediüzzaman, risalelerin yazarı olması nedeniyle,
bazı çevreler tarafından kendisinin de Hz. Mehdi olarak nitelendirildiğini
belirtmiştir. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
yerine getireceği iki büyük görev dikkate alınmadığı için böyle yanlış bir
yorumda bulunulduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik konusundaki bu
düşüncenin asılsızlığını bir kez daha belirtmiştir.
Bediüzzaman bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı
"HATTA" kelimesiyle bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman "hatta"
kelimesini burada, "bundan daha da garip ve daha da acayip olanı" anlamında
kullanmıştır. Risale-i Nur'un Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan daha da
garip olarak kendisine yönelik de böyle bir iddiada bulunulduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik iddiasının yanlışlığını bir
kez daha vurgulamaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik
iddiasında bulunulmasının "sürekli olarak devam eden bir iddia
olmadığını" kullandığı "BAZEN" kelimesiyle ifade
etmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç
görevden bahsettiği kimi sözlerinde Hz. Mehdi'nin ayırt edici bir özelliği
olarak "ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ"ne dikkat çekmiştir. Hz.
Mehdi'nin bu özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece
belirli bir bölgede yerine getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede,
yani dünya çapında olacaktır. Bediüzzaman, "dar daire" olarak ifade
ettiği "küçük çaplı" uygulamaların Müslümanları yanıltmaması
gerektiğini belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş
dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine
yapılan Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını delilleriyle birlikte
açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini
belirttiği görevler konusunda "ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME" yani
"DÜNYA ÇAPINDA" bir sonuç ise bugüne kadar gerçekleşmiş
değildir. Bu da Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış bir şahıs ya da
şahs-ı manevi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya
çapında yerine getirilmesi, Allah'ın izniyle Hz. Mehdi'nin en önemli
alametlerinden olacak ve onu tüm insanlara tanıtacaktır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin dünya çapında
gerçekleşecek olan ikinci (İslam Birliği'ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını
tüm dünyaya yaymak) görevlerinin, onun ayırt edici ve tanıtıcı özellikleri
olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü bu görevleri dünya çapında yapacak olan tek
şahıs Hz. Mehdi'dir. Dolayısıyla eğer bu görevler bu özellikleriyle birlikte
gerçekleşmemişse, bu durumda Mehdilik konusunda herhangi bir iddiada
bulunabilmek de söz konusu değildir. Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz
(sav)'in hadisleriyle, İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın bu doğrultuda
yaptıkları açıklamaların tümüyle çelişecektir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda
bir iddiada bulunabilmek için dünya çapında gerçekleşmesi gereken bu iki büyük
görevin yerine getirilip getirilmediğinin dikkate alınması gerektiğini
hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu delillerin oluşmadığı bir durumda yapılacak
bir Mehdiyet benzetmesinin hatalı bir çıkarım olacağını belirtmektedir.
Bediüzzaman kulllandığı "NAZARA ALMAMIŞLAR" ifadesiyle,
kendisini veya Risale-i Nur'u Hz. Mehdi zannedenlerin bu önemli hususu gözden
kaçırdıklarını ve bu sebeple de yanıldıklarını ifade etmiştir.
16- AHİR ZAMANDA HRİSTİYANLIĞI KİM TEMSİL
EDECEKTİR?
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVÎLİK ŞAHS-I
MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ yok eder...(Mektubat, s. 6)
Bediüzzaman, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez
geleceğini ve Deccal'in fitnesini fikren etkisiz hale getireceğini
bildirmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle “HZ. İSA'NIN,
HRİSTİYANLIĞIN ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL ETTİĞİNİ” belirtmektedir.
Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi, Hz.
İsa'nın da onu destekleyen, ona inanan ve onu takip eden kimselerden oluşan bir
şahsı manevisi olacağını bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman “İSEVİLİK ŞAHSI
MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK” sözleriyle, Allah’ın adetullahına (Allah’ın kanununa)
uygun olarak “HZ. İSA'NIN DA BU ŞAHSI MANEVİNİN BAŞINDA BİZZAT BİR HİDAYET
ÖNDERİ OLARAK BULUNACAĞINI” ifade etmektedir. Nitekim bir şahsı manevinin
bir şahsı maneviyi temsil etmesi söz konusu değildir. Bir şahsı manevinin
oluşabilmesi için, onun başında öncelikle “BİR ŞAHSIN” var olması
gerekmektedir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. İsa'nın bir şahsı
manevi olmadığını, kendi şahsı manevisinin başında bulunacağını ve onlara
bizzat önderlik edeceğini açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın belirttiği bu gerçekler bir iki
soru sorulduğunda da kolaylıkla anlaşılmaktadır:
1- İsevilik şahsı manevisini bir kişi temsil
ediyor. Bu kimdir?
Hz. İsa.
2- Hz. İsa kimi temsil ediyor?
İsevilik şahsı manevisini.
Bu soruların cevapları Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan
ve şahsı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya
koymaktadır.
17- AHİR ZAMANDA DİNSİZLİĞİ KİM TEMSİL EDECEKTİR?
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVÎLİK ŞAHS-I
MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ yok eder...(Mektubat, s. 6)
Bediüzzaman bu sözlerinde aynı Hz. İsa gibi,
Deccal'in de bir şahsı manevisi olacağını belirtmektedir. Ancak Bediüzzaman “DİNSİZLİĞİN
ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ” sözleriyle, Deccal'in de yine “BİR
ŞAHIS OLARAK DİNSİZLİĞİ TEMSİL EDEN BU ŞAHSI MANEVİNİN BİZZAT BAŞINDA
BULUNACAĞINI” ifade etmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in
ahir zamanda geleceğini müjdelediği tüm isimlerin birer şahıs olduklarını
çeşitli delillerle açıklamıştır. Deccal de bu ahir zaman şahıslarından biridir.
Bediüzzaman Deccal'in bir şahıs olacağını ne kadar detaylandırarak açıkladıysa,
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olacakları konusunda da aynı açıklıkta
deliller ortaya koymuştur. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu anlatımlarından bir
kısmını farklı yorumlayıp, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahsı manevi, ancak
Deccal'in bir şahıs olacağını düşünmek çok yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira
Bediüzzaman Deccal gibi, “Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS OLARAK
geleceklerini” ısrarla tekrarlamış ve bunları delilleriyle birlikte
açıklamıştır.
18- HZ.İSA GELDİĞİNDE ONU KİMLER
TANIYABİLECEKTİR?
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT,
herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA, olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB
VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile ONUTANIR.
Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde HERKES ONU
TANIMAYACAKTIR... (Mektubat, s. 60)
Bediüzzaman, ikinci kez yeryüzüne gelişinin ilk
yıllarında Hz. İsa'yı tanıyabilecek insanların sayısının çok az olacağını
bildirmiştir. Buna göre, ancak yakın çevresi ve derin iman sahibi talebeleri
Hz. İsa'yı imanlarının nuru ile tanıyabilecek, fakat toplumun geneli onun
açıkça Hz. İsa olduğunu bilmeyecektir.
Bediüzzaman burada kullandığı "HZ. İSA
ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT" sözleriyle birkaç önemli konuya açıklık
kazandırmaktadır. Bediüzzaman "GELDİĞİ VAKİT" ifadesiyle
öncelikle Hz. İsa'nın "KESİN OLARAK GELECEĞİNİ"
müjdelemektedir. "GELME" fiiliyle ise Bediüzzaman Hz. İsa'nın
"manevi bir varlık" olmadığını "BİR ŞAHIS" olduğunu
açıklamaktadır. Bir şahs-ı manevinin "gelmesi" söz konusu değildir.
Bir şahs-ı manevi ancak "oluşabilir". "GELME" eylemi
"bir insanın yapabileceği bir fiil"dir. Bediüzzaman da bu
sözleriyle bu önemli farkı vurgulamakta ve Hz. İsa'nın bir şahıs olarak
yeryüzüne geleceği konusuna kesinlik kazandırmaktadır.
Bediüzzaman ayrıca buradaki "HAKİKİ
İSA" sözleriyle Hz. İsa'nın, yeryüzüne ikinci kez gelişinde, yine
hepsi birer şahıs olan "sahte Mesihler"den farklı olacağını vurgulamış
ve bu mübarek zatın "GERÇEK HZ. İSA" olacağını belirtmiştir.
Hz. İsa geldiğinde, Kuran ayetlerinde ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
bildirilen işaretlere uygun özellikleriyle, bu sahte mesihlerden ayırt edilecek
ve Bediüzzaman'ın belirttiği gibi "hakiki Hz. İsa" olacaktır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada "MUKARREB
VE HAVASSI" diyerek Hz. İsa'nın "DERİN İMANLI YAKIN
TALEBELERİ" olacağından bahsetmiştir. Bir şahs-ı manevinin
"talebeleri" ya da "yakın çevresi" olacağından
bahsedebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir.
Ancak bir insanın talebeleri olabilir. Kuşkusuz
Bediüzzaman da bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Hz. İsa'nın talebelerinden
bahsederek, onun bir şahs-ı manevi olmadığını Müslümanlara açıklamakta, mübarek
şahsıyla talebelerinin başında bizzat bulunacağını haber vermektedir.
Bediüzzaman "HERKES ONU
TANIMAYACAKTIR" sözleriyle Hz. İsa'yı ilk geldiği yıllarda herkesin
bilip anlayamayacağını, dolayısıyla toplumun genelinin onu tanıyamayacağını
ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle yukarıda anlatılan ve insanlara ait
bir durum olan "TANINMA" özelliğine bir kez daha dikkat
çekmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. İsa'nın bir şahs-ı manevi olduğu kanaatinde
olsaydı, böyle bir açıklama yapmaz. Hz. İsa'nın tanınmasından bahsetmezdi. Ama
Bediüzzaman "ONU" kelimesiyle Hz. İsa'nın "BİR
ŞAHIS" olduğunu belirtmiş ve sonra da açıkça onu kimlerin
tanıyamayacağını açıklayarak, bu durumu bir kez daha vurgulamıştır.
19- BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ’DE GÖRÜLECEĞİNİ
BELİRTTİĞİ HAKİM
SIFATINA SAHİP OLMUŞ MUDUR?
20- HZ. MEHDİ’NİN ‘EN BÜYÜK MÜÇTEHİD’ OLACAĞINI
SÖYLEYEN
BEDİÜZZAMAN İÇTİHAD ETMİŞ MİDİR?
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN
BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük
İslam alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini
hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam
alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ hem MÜRŞİD
(doğru yolu gösteren kişi) hem KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine
bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I
NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK ve O ZAT da, EHL-İ
BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR. (Mektubat,
s. 411-412)
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin
şiddetlendiği dönemde Allah'ın insanların kurtuluşuna vesile olması için
Peygamberimiz (sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi
göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu zatı geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden
ayıran özellikleri anlatmıştır.
EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD
ve EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl
başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına
göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin
İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi
ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman da Hicri
12. asrın müceddidi Mevlana Halid'den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i
Nur'un müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar
arasındaki müceddid olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ise kendisinden sonra
geleceğini -tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki
"müceddid"in Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu
sözünde de Hz. Mehdi için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN BÜYÜK
MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır. "MÜCEDDİD" dini
hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de
ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir. Bu
vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş, yol göstermiş, zamanın
kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri usulüne
uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm verme
vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da
onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki
bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların
verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve
müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu
da Hz. Mehdi'nin içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve
hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili kişi
olarak, kendisinin de "tüm mezhepleri kaldıracağını" göstermektedir.
Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması
gerekir. Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu
doğrulamaktadır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin "en büyük
müceddid ve müçtehid" olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde
olacağını ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu
konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan
Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül Mekkiye" isimli
eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU
GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN
BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet
Alametleri, s. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye
adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resulullah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır.
İsa Aleyhisselam'la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ
KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi
mezhebindendir. Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi
olmuştur; İmam Şafi'yi imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu
eserlerinde şöyle ifade etmiştir:
"Evvelâ: Ben Şafiî'yim..."
(Emirdağ Lahikası, s. 38)
"... hem hususî Şafiîce ibadetime." (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
"Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim..." (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
"Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için..." (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve
tüm mezheplerin üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu
özelliğin Hz. Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
açıklamıştır.
HAKİM:
Bediüzzaman'ın kullandığı "HAKİM"
kelimesinin sözlük anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden,
idare eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını
birleştirip bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi'nin bu
görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, burada
belirttiği "HAKİM"lik sıfatını kullanarak, tüm İslam aleminin
başında olacağını ve Müslümanların meselelerine çözüm getireceğini
bildirmiştir. Buna göre, Hz. Mehdi karar mekanizmasının başında olacak, onun
adil hükümleri ve yönlendirmesiyle İslam dünyası idare edilecektir. Böyle bir
gelişme şu ana kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman da bu gerçeği
hatırlatarak Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş; ortaya çıktığında
Hz. Mehdi'nin bu "HAKİMLİK VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE"
dikkat çekmiştir. Bediüzzaman Said Nursi, şerefli fikri mücadelesini
sürdürürken 28 yıl gibi uzun bir süreyi hapisanelerde ve sürgünlerde
geçirmiştir. Yaşadığı süre içinde çoğu zaman “mahkum” olmuştur; ancak “hakim”
olmamıştır.
MEHDİ:
Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu
ortamında, tüm insanların kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek
zatın ayrıca "MEHDİ" vasfını da taşıyacağını bildirmiştir. "MEHDİ"
kelimesi, "HİDAYETE EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE
YÖNELTEN" anlamlarındadır. Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak
Allah'ın hidayetine mazhar olan ve Allah'ın kendisine yol gösterdiği kişiyi
tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi de ismini bu özelliğinden
almaktadır
MÜRŞİD ve KUTB-U AZAM:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin özelliklerinden
bazılarını saydığı bu sözünde onun aynı zamanda hem "MÜRŞİD"
hem de "KUTB-U AZAM" olacağını bildirmiştir. "MÜRŞİD"
kelimesi "DOĞRU YOLU GÖSTEREN KİMSE" anlamına gelmektedir. "KUTB-U
AZAM" ifadesi ise "MÜSLÜMANLARIN KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI BÜYÜK
EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ" anlamındadır. Bediüzzaman bu
sözünün başındaki "ahir zamanın en büyük fesadı zamanında"
ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı devresi olan ahir
zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve doğru yoldan, din
ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete yönelteceğini bildirmiştir.
Hz. Mehdi, Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın en büyük yol göstericisi
olacaktır.
ZAT-I NURANİ:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin "BİR
ZAT-I NURANİ" olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir
zat-ı nuraniden" değil, "bir şahs-ı manevi-i nuraniden"
bahsederdi. Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için "BİR ZAT"
ifadesini kullanmıştır. Ayrıca "NURANİ" kelimesiyle de bu
mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun "NURLU BİR ŞAHIS"
olduğunu belirtmiştir.
EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN:
Bediüzzaman bu sözüyle de Hz. Mehdi'nin "BİR
ŞAHIS" olduğunu bir başka önemli delili hatırlatarak yeniden
açıklamaktadır. Bediüzzaman "HZ. MEHDİ'NİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN
GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI" belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde bu
konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır. Bediüzzaman bir şahs-ı manevinin, peygamber
soyundan gelemeyeceğini kuşkusuz ki çok iyi bilmektedir. Bu özelliğini
hatırlatarak Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan gelen "BİR İNSAN"
olacağını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman risalelerde birçok kez
kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi
geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt edilebileceğine dikkat
çekmiştir.
21- HZ. MEHDİ’NİN, 'İSLAM ALEMİNİN KARANLIĞINI
DAĞITMASI’ VASFI
BEDİÜZZAMAN’IN DÖNEMİNDE GERÇEKLEŞMİŞ MİDİR?
Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema
vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı
gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde
bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış
fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan
Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM'IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI
(zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA'DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE
YAPACAKTIR. (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan
Rabbimiz'in, Hz. Mehdi ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını
belirtmiştir. Rabbimiz'in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir
dakika içinde doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını
durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da
bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye
kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah'ın bu vaadinin hak olduğunu
ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir.
Hz. Mehdi Allah'ın izniyle İslam dünyasının karşı
karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve
çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili olacaktır. Ancak böylesine tüm dünyanın
gözleri önünde gerçekleşecek bir durum ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ne de
daha önce gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın döneminde bu zulüm devam
etmekteydi; komünizm dahi henüz yıkılmamış durumdaydı. Müslümanlara yapılan
zulüm ise tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmekteydi. Çok yakın tarihe kadar
Bosna'da, günümüzde hala Keşmir'de, Moro'da, Filistin'de ve daha dünyanın
birçok yerinde Müslümanların en temel haklarının bile elinden alındığı, haksız
yere öldürüldükleri bilinmektedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde zulüm
ve esaretin ortadan kaldırılması hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Hatta
Bediüzzaman'ın bizzat kendisi bu şartlar nedeniyle hayatının çok büyük bir
bölümünü zulüm ve esaret altında geçirmiştir. Bediüzzaman, hadislerde
bildirildiği gibi, İslam dünyasının üzerindeki bu zulmü kaldıracak kişinin
ancak Hz. Mehdi olacağını belirtmiştir. Kendisinin böyle bir olaya vesile
olmadığını ve bu görevi yerine getirecek olanın Hz. Mehdi olduğunu ifade
etmiştir.
22- BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ’NİN KENDİ DÖNEMİNDE
Mİ,
YOKSA DAHA SONRA MI GELECEĞİNİ SÖYLEMİŞTİR?
23- HZ. MEHDİ ÇALIŞMALARINDA RİSALE-İ NUR’DAN
İSTİFADE EDECEK MİDİR?
... Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; SONRA
GELECEK O MÜBAREK ZAT RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK
NEŞR VE TATBİK EDECEK (yazma ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak).(Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha Hz. Mehdi'nin
gelişini müjdelemiş ve bu mübarek zatın faaliyetlerini yerine getirirken,
kendisini "Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayan bir öncü" olarak tanımlayan
Bediüzzaman'ın eserlerinden de istifade edeceğini belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsettiği sözlerinin
pek çoğunda tekrarladığı "GELECEK" ifadesini burada da
kullanmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, önceki müceddidlerin ve
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemlerde gelmediğini söylemiş; bu mübarek zatın
bunların hepsinden "SONRA" geleceğini ifade etmiştir. Ayrıca
Bediüzzaman bu durumu, yalnızca gelecek zaman ifade eden bir fiil kullanarak
değil, bunu bir de "SONRA" kelimesiyle destekleyerek çok kesin
bir üslupla açıklamıştır.
Bediüzzaman ayrıca burada "ZAT"
kelimesini bir de nitelendirmekte ve Hz. Mehdi'nin "NASIL BİR ZAT"
olduğunu da açıklamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "MÜBAREK BİR
ZAT" olduğunu belirtmektedir. "MÜBAREK" kelimesi "İlahi
hayrın bulunduğu" anlamına gelmektedir. Bediüzzaman da burada
kullandığı bu "mübarek" sıfatıyla Hz. Mehdi'nin imanını,
yerine getireceği vazifeleri övmektedir. Bediüzzaman verdiği tüm bu detaylı
bilgilerle Müslümanlara Hz. Mehdi'nin ahlakını ve mücadelesini tanıtmakta, bu
üstün ahlaklı şahsın hangi özellikleriyle tanınabileceğini anlatmaktadır.
Bediüzzaman eserlerinde, Hz. Mehdi'den önceki
yüzyılın müceddidi olması sebebiyle kendisini "Hz. Mehdi'nin bir
öncüsü", "ona zemin hazırlayan bir askeri" olarak tanımlamıştır.
Yine bir sözünde de, "kendisinin ektiği tohumların Hz. Mehdi tarafından
geliştirileceğini ve bu mübarek şahıs vesilesiyle bu tohumların
sümbülleneceğini" anlatarak, Hz. Mehdi'nin gelişinden önce yaptığı
çalışmalarla ona "bir ön hazırlık" yaptığını anlatmaktadır. Bediüzzaman
bu sözünde de Risale-i Nur Külliyatı'nın, Hz. Mehdi'nin tebliğinde kullanacağı
bir ön hazırlık olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman, ortaya çıktığında Hz.
Mehdi'nin, Risaleleri hazır yazılmış olarak bulacağını ve imanı kurtarma
vazifesinde Risaleler'den faydalanacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu
sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz. Mehdi'nin "KENDİSİNDEN
SONRAKİ DÖNEMDE GELECEK BİR ŞAHIS OLDUĞUNU" bir kez daha açıklığa
kavuşturmuştur.
24- HZ. MEHDİ’NİN ÇALIŞMALARI BÖLGESEL ETKİDE Mİ
OLACAK,
YOKSA DÜNYA ÇAPINDA MI FAALİYET GÖSTERECEK?
25- HZ. MEHDİ’NİN 2. ve 3. VAZİFELERİNİN ETKİSİ
DÜNYADA NASIL
GÖRÜLECEKTİR?
26- BU VAZİFELERİN GERÇEKLEŞMESİNE HERKES ŞAHİT
OLACAK MIDIR?
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece
daha ziyade kıymetdardır (değerlidir), fakat O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK
PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (alanda) VE ŞA'ŞALI (gösterişli) BİR
TARZDA OLDUĞUNDAN UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (genelin ve halkın
gözünde) DAHA EHEMMİYETLİ (önemli) GÖRÜNÜYORLAR. (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin ikinci ve
üçüncü görevlerinin çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli,
görkemli ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu belirtmektedir.
Nitekim, İslam Birliği'ni kurmak, tüm Müslümanların liderliğini üstlenmek,
Hristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını
yeryüzüne hakim kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli
olaylarından olacaktır.
Bediüzzaman'ın sözünü ettiği bu vazifeler
Bediüzzaman'ın yaşadığı devirde ve İslam tarihinin hiçbir döneminde, Hz. Mehdi
döneminde olacağı gibi yaşanmamıştır. Bediüzzaman'ın ihtişamlı faaliyetlerini
bu derece detaylı tarif ettiği kişi, kendisinden sonra geleceğini ve bu üç
vazifeyi en gösterişli biçimde yerine getireceğini ifade ettiği Hz. Mehdi'dir.
Bediüzzaman bu ifadeleriyle Hz. Mehdi'nin
faaliyetlerinin, toplumun genelinin gözleri önünde, apaçık bir şekilde
gerçekleşeceğini ve insanlarda takdir ve hayranlık uyandıracağını
belirtmektedir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, ahir zamanın son dönemindeki
bu olaylar; Hz. Mehdi'nin iktidar ve hâkimiyeti çok açık delillerle ve tüm
dünyanın şahit olacağı bir şekilde yaşanacaktır. Deccal'in fitnesi ortadan
kalkacak, yeryüzünü huzur barış ve adalet dolduracaktır. Böylesine tüm dünyanın
gözleri önünde seyreden büyük gelişmeler ve değişimler önceki müceddidlerin
zamanında yaşanmamıştır. Bediüzzaman da bu önemli konuyu vurgulayarak, tüm
bunların yakın bir gelecekte Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini
müjdelemiştir.
27-HZ. MEHDİ’NİN EN BÜYÜK ve EN
DEĞERLİ GÖREVİ NE OLACAKTIR?
Ümmetin beklediği, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN
ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN
KIYMETDARI (değerlisi) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR
(yazma ve dağıtma yoluyla yaymak) VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN
(sapkınlıktan) KURTARMAK...(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden
birincisinin ve en önemlisinin gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan
kurtulmasına vesile olması olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Müslümanların beklediği, ahir
zamanda gelecek mübarek şahsın tek bir görevi olmayacağını bildirmiştir. Bu
şahsın "ÜÇ BÜYÜK VE KAPSAMLI GÖREVİ" olacağını ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu görevlerin;
1) "İnsanların imanını kurtarmak,
2) İslam Birliği'ni kurmak ve tüm dünya
Müslümanlarının önderi olmak,
3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak ve
Hristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu" açıklamıştır. Peygamberimiz
(sav)'den bu yana gönderilen müceddidler arasında, 1400 yıldır bu görevlerin
birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş İslam büyükleri olmuştur.
İslam tarihinde insanların imanına vesile olan bir çok büyük âlim vardır.
Osmanlı padişahları İslam Birliğini yönetmiş Müslüman önderlerdir. Fakat
hiçbiri, bahsedilen üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine
getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz. Mehdi'nin bu özelliğini
vurgulayarak, bu üstün vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde geldiğinden
bahsedilemeyeceğini, bu görevlerin yapılmasının, onu insanlara tanıtan alameti
olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman "İMANI KURTARMA GÖREVİ"nin,
ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin üç vazifesinden birincisi olduğunu
belirtmiştir. Ve bu görevi, Hz. Mehdi'nin "en önemli ve en kıymetli
vazifesi"olarak adlandırmıştır. Ahir zamanda gelecek olan bu mübarek
şahsın kendi döneminde "çok büyük ve önemli bir iman hizmeti"
gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bu hizmetin çapı daha önce kimseye nasip
olmamış büyüklükte olacaktır. Bediüzzaman burada kullandığı "NEŞR"
kelimesiyle iman hakikatlerinin her türlü imkan kullanılarak, çeşitli kitle
iletişim araçlarıyla yapılacağına dikkat çekmiştir. Doğal olarak bu şekilde
imanı yayma çalışması da dünyadaki tüm insanlar tarafından bilinecektir. Ahir
zamanda Mesih Deccal'in fitnesi tüm insanları çepeçevre sarmış olacak, bu
büyüklükteki bir fitneyi etkisiz hale getirip inananların imanını korumak da
Hz. Mehdi'nin en büyük vazifelerinden biri olacaktır. Bediüzzaman bugüne kadar
böyle büyük çapta bir "imanı kurtarma görevi"nin hiçbir müceddid
tarafından yerine getirilmediğine ve Hz. Mehdi'nin de bu görevini, böyle büyük
bir etki bırakacak şekilde gerçekleştirmesiyle tanınacağına işaret etmiştir.
28- HZ. MEHDİ'NİN
RİSALE-İ NUR'DA
BİLDİRİLEN ALAMETLERİ
NELERDİR?
1. Hz.
Mehdi Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde fiziksel özelliklere, ahlaka ve soyu
hakkında verilen özelliklere sahip “bİr
ŞahIs” olarak ortaya çıkacaktır. (Sözler, s. 343-344) (Mektubat, s. 56-57) (Emirdağ
Lâhikası-1, s. 266-267) (Barla Lahikası, s. 162) (Mektubat, s. 411-412)
(Mektubat, s. 441) (Sözler, s. 343-344) (Kastamonu Lahikası, s. 57) (Şualar, s.
442) (Şualar, s. 465) (Şualar, s. 368) (Barla Lahikası, s. 110) (Sikke-İ
Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 189, Mektubat, 34) (Mektubat, s.
473) (Şualar, s. 605).
2. “Hz.
Mehdi kendisinden önce gelen müceddidlere benzemeyecektir.” (Şualar, s. 582).
3. “Hz.
Mehdi seyyid olacaktır” (Emirdağ
Lâhikas, s. 266), (Tenvir, Şualar, s. 365).
4.
“Hz. Mehdi, Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemden bir yüz yl sonra gelecektir” (Kastamonu Lâhikas, s. 57)
5. “Hz.
Mehdi siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi birarada
yerine getirecektir” (Şualar,
s. 456), (Şualar, s. 590), (Emirdağ Lahikas, s. 259-260).
6. “Hz.
Mehdi “materyalizm, ateizm ve Darwinizm gibi temeli Allah’ı inkar etme üzerine
kurulmuş olan dinsiz akımları “tam anlamıyla” etkisiz hale getirerek
insanların imanını kurtaracaktır” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), (Emirdağ Lahikası, s. 259)
7. “Hz.
Mehdi, “Peygamberimiz (sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların manevi lideri” unvanını
taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracaktır” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9).
8. “Hz.
Mehdi tüm dünyaya barış, adalet ve hakkaniyet getirecek ve İslam alemi
üzerindeki zulmü kaldıracaktır” (Emirdağ Lahikas, s. 259), (Mektubat, s. 411-412), (Mektubat, s. 440), (Şualar, s. 456).
9. “Hz.
Mehdi ‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük müceddid’ vasfını
taşıyacaktır” (Tlsmlar Mecmuas, s. 168).
10. “Hz.
Mehdi “en büyük müçtehid” (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çkaran büyük İslam alimi ve önderi) olarak içtihad yapacak (Tlsmlar Mecmuas, s. 168), (Mektubat, s. 411-412) ve tüm mezhepleri kaldıracaktır.
11. “Hz.
Mehdi İslam Birliği’ni sağlayacaktır” (Emirdağ Lahikas, s. 260).
12. “Hz.
Mehdi, tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin
ve tüm Müslümanlarn
desteğini alacaktır” (Emirdağ
Lahikas, s. 260).
13.
“Hz. Mehdi “üç büyük vazifesini” yerine getirirken çok büyük bir maddi güç ve
hakimiyet sahibi olacaktır” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9).
14.
“Hz. Mehdi Hristiyan dünyasıyla ittifak yapacaktır” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9).
15.
“Hz. Mehdi Hz. İsa’yla biraraya gelecek ve birlikte namaz kılacaktır” (Şualar, s. 493)
16. “Hz.
Mehdi Kuran ahlakn tüm dünyaya yerleşik kılacak ve tüm insanları
doğru yola sevk edecektır” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473).
17. “Hz.
Mehdi, Hz. İsa ile birlikte Süfyaniyet ve Deccaliyet’in fikir sistemini etkisiz
hale getirecektir”. (Mektubat,
s. 6)
EK BÖLÜM:
“AKILLI
TASARIM”
SAPTIRMACASI
1980’lerin ikinci yarısında ABD'de evrim
teorisine karşı 'akıllı tasarım' adı verilen bir teori ortaya atılmıştır. Bu
teori tüm canlıların, Darwinizm’in iddia ettiği şekilde tesadüflerle değil,
'akıllı bir tasarım' sonucunda meydana geldiklerini savunmaktadır.
Ancak söz konusu hareketin savunucuları, tüm
canlıların Yaratıcısının alemlerin Rabbi olan Allah olduğunu açıkça dile
getirmemektedirler.
Bu hareketin önde gelen isimlerinden Michael Behe
'akıllı tasarım’ın ne olduğunu açıklarken, “akıllı tasarım, dine dayanan bir
düşünce değil, ama dindar insanlar bu teoriden kendi tartışmalarında
yararlanabilirler” demektedir.
"Allah yaratmıştır"
demeyip sadece
"akıllı tasarım vardır"
demek bir
Müslüman'ın kullanacağı üslup
değildir!
Ülkemizde de 'akıllı tasarım teorisi'ni savunan
kimseler bulunmaktadır. Ancak bu kimselerin dikkat çeken bir özellikleri
vardır. Bunlar, söz konusu teoriyi savunurlarken bu hareketin Batılı
destekçilerinin üslubunu taklit etmeye çalışmakta ve Allah'ın ismini anmaktan
özellikle kaçınmaktadırlar.
"Tüm evreni, canlı ve cansız varlıkları
Allah yaratmıştır" demek yerine açıklamalarında, “evrende akıllı bir
tasarım vardır” şeklinde muğlak ifadelere başvurmaktadırlar. Bu tutumları,
Allah’ın ismini anmaktan maksatlı olarak kaçındıkları kanaatini
oluşturmaktadır.
Elbette ki Müslüman olmayanların, dinsizlerin ya
da birtakım felsefecilerin bu tür bir üslup kullanmalarında yadırganacak bir
yön yoktur.
Ancak, "ben Müslümanım" diyen bir
kimsenin aynı üslubu kullanması kabul edilebilecek bir durum değildir.
"Allah yarattı" demekten sürekli kaçınarak, "bir güç
yarattı", "akıllı tasarımın eseri" şeklinde izahlar kullanmak
Müslüman bir kimsenin tavrı ve üslubu olamaz.
Çünkü bu tür bir üslup, “Ben 'Allah' demek
istemiyorum, 'bir güç var, akıllı tasarım var' demek istiyorum” anlamına gelir
ki, bunun da Kuran'la, İslam'la bağdaşan hiçbir yönü yoktur.
"Her şeyi Allah yarattı", "her şey
alemlerin Rabbi olan Allah'ın 'OL' demesiyle oldu" demekten kaçınarak yalnızca
"kainatta akıllı bir tasarım vardır" demek ancak, Allah'ın varlığına
gerçekten iman etmemiş bir zihniyetin ürünü olabilir.
Yoksa, ilkokulda okuyan bir çocuk dahi bilir ki,
gökyüzünü, ceylanları, balıkları, kuzuları, elmayı, muzu, üzümü, portakalı yaratan
Allah’tır, 'akıllı tasarım' değil.
'Akıllı tasarım', 'akıllı bir güç'
ifadeleriyle
Allah'ın dışında kim
kastedilebilir?
Allah'ın varlığı gözardı edilerek (Allah'ı tenzih
ederiz) öne sürülen bir 'akıllı tasarım' iddiası son derece akılsızca ve mantıksızca
bir iddiadır.
Normal zekaya sahip vicdanlı bir insan, biraz
düşündüğünde, evrende tasarlanmış gibi bir mükemmellik varsa bunu yaratanın
Allah'tan başkası olamayacağını anlar.
Evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların Allah'ın
sonsuz aklının, ilminin, gücünün, üstün yaratma sanatının tecellileri olduğunu
görür.
Bunun sonucunda da, "akıllı tasarım
var", "akıllı bir güç var" demez, "Allah vardır, Allah
yaratmıştır" der.
Bilindiği gibi, İslamiyet'ten önce Mekke'deki
müşrikler taşlardan ve tahtalardan yonttukları heykellere Allah'ın sıfatlarını
yakıştırarak kendilerine bir takım putlar edinmişlerdi. "Lât",
"Menât", "Uzza", gibi çeşitli isimlerle adlandırdıkları bu
putların güç sahibi olduklarını, canlıları yarattıklarını, rızık verdiklerini,
koruyup kolladıklarını öne sürmekte, kısaca Allah'ın sıfatlarını bu putlara
isnad ederek Allah'a şirk koşmaktaydılar.
Aynı şekilde bugün yapılmak istenen de, Allah'ın
üstün sıfatlarını 'akıllı tasarım', 'akıllı güç' gibi isimlerle adlandırılan
soyut kavramlara yükleyerek insanları Allah inancından uzaklaştırmaktır. Bunun
anlamı ise 'akıllı tasarım' adı verilen bir put edinmekten başka bir şey
değildir.
Kuran'da müşriklerin bu tutumu hakkında şöyle
buyurulmaktadır:
"Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın isimlendirdiğiniz
isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili 'hiçbir delil'
indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin heva olarak arzu
ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici
gelmiştir."
(Necm Suresi, 23)
Masonlar da aynı mantıkta, eserlerinde
kainatı 'total bir güç'ün, 'bir şuur'un yönettiğini fakat bundan
kastettiklerinin kesinlikle Allah olmadığını öne sürerler. (Allah'ı tenzih
ederiz)
Görüldüğü gibi 'akıllı
tasarım' taraftarları da masonik izahlardaki mantığın birebir aynısını
savunmaktadırlar.
Allah'ın
yaratmak için tasarım
yapmaya ihtiyacı
yoktur
Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan
Allah’ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah
tüm bunlardan münezzehtir.
Belki, Allah’ın yaratmasındaki mükemmellik,
“tasarlanmış gibi bir mükemmellik var” şeklinde ifade edilebilir, o kadar...
Allah'ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını
dilediğinde, onun olması için yalnızca "Ol" demesi yeterlidir.
Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca:
"Ol" demesidir; o da hemen oluverir." (Yasin Suresi, 82)
"Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O,
bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen
oluverir." (Bakara Suresi, 117)
'Akıllı tasarım'
izahları samimi olarak
Allah inancına
eğilim gösteren kimseleri de
olumsuz yönde
etkileyebilir
Şurası bir gerçektir ki 21. yüzyılda tüm dünya,
hızla materyalist ve ateist görüşleri terk etmektedir.
Evrim teorisinin geçersizliğinin, bu teorinin
bilim ve akıl dışı olduğu gerçeğinin günden güne daha çok anlaşılmasıyla
insanlarda Allah inancına doğru samimi bir yöneliş yaşanmaktadır.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, tüm hayatını
ateizmi savunmaya adamış olan ünlü bilim adamı Anthony Flew’dur. Flew,
geçtiğimiz aylarda kendisiyle yapılan bir röportajda ateizmi terk ettiğini ve
artık Allah'a inandığını belirtmiştir.
Yine benzer şekilde birçok bilim adamı, sanatçı
ve politikacı beyanatlarında Kuran’a karşı duydukları ilgiyi ve merakı açıkça
dile getirmektedirler.
Durum böyleyken, 'akıllı tasarım' gibi
samimiyetten ve İslami bilinçten uzak izahların iman etme eğiliminde olan
kimseleri de olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Bu tür ortalı ve muğlak
izahlar dine eğilim gösteren insanların tereddüt ve çelişkiye düşmesine,
kafalarının karışmasına, zihinlerinin bulanmasına neden olabilir.
'Akıllı tasarım'
şeytanın farklı
bir
saptırmacasıdır
Evrim gibi batıl bir iddiayı reddederken şeytanın
yeni bir tuzağına düşmekten şiddetle kaçınmak gerekir. Zira şeytanın en büyük
amaçlarından biri her ne şekilde olursa olsun, Allah'ın adının anılmasını
engellemek, insanları Allah'ın zikrinden yüzçevirtmektir.
Nitekim şeytan evrimle aldatamadığı insanları bu
sefer de "akıllı tasarım" gibi farklı bir yöne saptırarak yine
amacına ulaşmış, insanları Allah'ın adını anmaktan uzaklaştırmış olacaktır.
Şeytanın bu şekilde hak adına ortaya çıkıp
insanların doğru yollarına oturarak onları saptırmasına Kuran'da şöyle dikkat
çekilmektedir:
"Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı
onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda oturacağım.
Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)
Bilinmelidir ki evrim teorisinin çürütülmesi ve
tesadüf mantığının geçersizliğinin ortaya konması akıllı tasarımı değil
Allah'ın varlığını, her şeyi Allah'ın yarattığını gözler önüne serer.
"Evrim yoksa akıllı
tasarım vardır" demek evrimden sonra yeni bir sahte ilah edinmekten başka bir
şey değildir.
Müslümana yakışan Kuran'da örnek
verilen
peygamberlerin ve elçilerin
yolunu
benimsemesidir
Müslümanlar şu veya bu bilim adamının ya da
bilimsel akımın değil, Kuran'da örnek verilen peygamberlerin ve elçilerin
yolunu izlemekle, bu mübarek şahısların üslubunu örnek almakla sorumludurlar.
Resullerin her devirde kavimlerine tebliğ
yaparken kullandıkları üslup son derece açık, net, kararlı ve anlaşılırdır.
Hepsi kavimlerine Allah'ın varlığını ve birliğini, Allah'tan başka ilah
olmadığını, her şeyi Allah'ın yarattığını açıkça tebliğ etmiş, insanları
yalnızca Allah'a kulluk etmeye davet etmişlerdir. Hiçbiri de tebliğ yaparken
Allah'ın adını açıkça ve cesurca zikretmekten çekinmemiştir.
Nitekim Resullerin bu karakterlerinin tarif
edildiği ayetlerden bazıları şöyledir:
"Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak)
gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin.
O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak
mısınız?" (Müminun Suresi, 23)
"İbrahim de; hani kavmine demişti ki: "Allah'a
kulluk edin ve O'ndan sakının, eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır. (Ankebut Suresi, 16)
"Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü)
Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah
mı?" "Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri
hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak
adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O,
Kendisi'nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din
işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi, 39-40)
"Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz
mısınız?" demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir
elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.” (Şuara Suresi, 161-164)
"... (Şuayb) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin,
sizin O'ndan başka İlahınız yoktur..." (Araf Suresi, 85)
"(İsa) "Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim,
sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." (Zuhruf Suresi, 64)
Görüldüğü üzere Kuran’da anlatılan peygamberlerin
hiçbirisi “tasarımcı”, “akıllı tasarımcı” veya benzeri kavramları değil
kullanmak, ima dahi etmemektedir. Resullerin her biri açıkça Allah’ın Yüce
ismini zikrederek cesurca Allah’ın hükmünü beyan etmektedir.
Kuran’ın ve sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav)'in yolunu benimseyen her Müslüman da, Resullerin bu üstün ahlakını, örnek
tavır ve üslubunu kendisine rehber edinmekle yükümlüdür.
EK
BÖLÜM:
EVRİM
TEORİSİNİN SONU
Darwinizm; ara fosil olmadığı halde varmış
telkini yapar… Geçersiz deliller sunar… Bulunan bütün fosiller yaratılışı ispat
ettiği halde bunun tam aksini savunur… Tesadüfler sonucu oluşma ihtimali ancak
10 950'de
1 olan, -yani "oluşması imkansız olan" proteinlerle- yine tesadüfler
sonucunda, sanatçılar, bilim adamları, profesörler meydana geleceğine
inandırmaya çalışır. Hatta meydana gelen profesörlerin, kendilerinin nasıl
tesadüfen meydana geldiğini üniversiteler kurarak araştırdığına da inandırmaya
çalışır…
Darwinizm; bir canlı hücre kromozomunda dev bir
kütüphaneden daha fazla bilgi kodlanmış olmasını, kör tesadüflerin mucizesi
olarak görür… Görmeyen, duymayan, hissetmeyen, şuursuz atomların, gören, duyan,
hisseden, düşünen şuurlu insanlar haline gelmesini, tesadüflerin ilahi gücünden
olduğunu iddia eder… Tesadüf, Darwinizm'in mucizeler meydana getiren ilahıdır.
1. Darwinizm
artık proteinlerin evrimle oluşabileceğini iddia edemiyor. Çünkü tek bir proteinin bile tesadüfen doğru
dizilimle oluşma ihtimali teorik olarak 10950'de 1 dir. Bu ise gerçekleşmesi
matematiksel olarak imkansız bir ihtimaldir.
2. Darwinizm
artık fosilleri evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü 19. yüzyılın ortalarından bu yana dünyanın dört bir
yanında yapılan arkeolojik çalışmalarda, evrimcilerin milyonlarca olduğunu
iddia ettikleri "ara geçiş formu" fosillerinden tek bir tane bile
bulunamadı. "Kayıp halkaların" bilim dışı bir efsane olduğu
anlaşıldı.
3. Evrimciler
bugüne kadar bulunmuş olan sayısız fosil karşısında çaresiz kalmışlardır. Çünkü bulunan tüm fosiller yaratılışı destekler,
ispat eder mahiyettedir.
4. Evrimciler
artık Archaopteryx'in kuşların atası olduğunu iddia edemiyor. Çünkü Archaopteryx fosilleri üzerinde yapılan
son incelemeler bu canlının "yarım kuş" olduğu iddiasını çürütmüştür.
Archaopteryx'in uçuş için gerekli anatomi ve beyin yapısını kusursuz olarak
barındırdığı yani bir kuş olduğu anlaşılmış, böylece "kuşların evrimi
masalı" evrimciler için savunulamaz olmuştur.
5. Darwinizm
artık "At Serisi" diye ortaya konulan sahte dizilimi kullanamıyor. Çünkü bu sahte serinin dizilimi kullanamıyor.
Çünkü bu sahte serinin geçmişte farklı devirlerde ve farklı coğrafyalarda
yaşamış bağımsız canlı türlerinden ibaret olduğu anlaşıldı.
6. Darwinizm
artık sudan karaya çıkış hikayesi için Coelecanth isimli fosili kullanamıyor. Çünkü soyu tükenmiş bir ara-form olduğu iddia
edilen bu canlının halen yaşamakta olan bir dip balığı olduğu ortaya çıkmıştır
ve bu canlı bugüne kadar 200'den fazla sayıda -canlı olarak- yakalanmıştır.
7. Darwinizm,
Ramapithecus, Australopithecus Serisi (A. Bosei, A Robustus, A. Aferensis,
Africanus vb.) gibi canlıların insanların ataları oldukları iddiasını artık
savunamıyor. Çünkü bu fosiller
üzerinde yapılan araştırmalar, bunların insan ile hiçbir ilgisi olmadığını ve
tamamının geçmişte yaşamış maymun türlerinden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
8. Darwinizm
rekonstrüksiyon (canlandırma) çizimlerle artık insanları kandıramayacak. Çünkü eskiden yaşamış hayvanların kalıntılarına
dayanılarak yapılan bu canlandırmaların (rekonstrüksiyon) hiçbir bilimsel
değere sahip olmadığı ve tamamen güvenilmez oldukları bilim adamlarınca açıkça
ortaya konmuştur.
9. Darwinizm
artık "Piltdown Adamı"nı evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü, yapılan araştırmalar "Piltdown
Adamı" diye bir fosilin hiçbir zaman var olmadığını, insana ait bir
kafatasına orangutan çenesi eklenerek insanların 40 yıl boyunca kandırıldığını
ortaya çıkardı.
10. Darwinizm "Nebraska Adamı"nın ve
sözde ailesinin evrimi ispatladığını artık savunamıyor. Çünkü "Nebraska Adamı" hikayesinin
dayandırıldığı azı diş kalıntısının aslında soyu tükenmiş yabani bir domuza ait
olduğu tespit edildi.
11. Darwinizm artık "Doğal Seleksiyonun
evrime sebep olduğu iddiasını savunamıyor. Çünkü, söz konusu mekanizmanın canlıları
evrimleştiremeyeceği, onlara yeni özellikler kazandırmayacağı bilimsel olarak
ispatlanmıştır.
Darwinistlerin yukarıda sayılanlardan başka daha
pek çok yanlış bilgilendirmesi söz konusudur. Bunların tamamının geçersizliği
zaman içinde ortaya çıkmıştır. Örneğin; evrimleştirici özelliği olduğu iddia
edilen mutasyonların tamamen tahrip edici özelliğe sahip olduğu ve canlılara
gelişme değil hastalık, sakatlık veya ölüm getirdiği görülmüştür…
Darwinistlerin insan embriyosunda solungaç olarak gösterdiği yapının gerçekte
insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı
olduğu anlaşılmış, üstelik embriyo çizimlerinde evrimi desteklemek için
değişiklikler yapıldığı da ortaya çıkmıştır. Bakterilerdeki antibiyotik
direncine ait genetik bilginin bakterinin "var olduğu andan itibaren"
DNA'sında bulunduğu ortaya çıkarılmıştır…
Geçtiğimiz asrın en büyük İslam alimlerinden biri
olan Bediüzzaman Said Nursi, pek çok konuda olduğu gibi, Ahir Zaman konusunda
da en doğru ve en güvenilir bilgileri vererek Müslümanlara yol göstermiştir.
Güçlü bir iman, örnek bir samimiyet ile yazılmış
olduğu her satırında hissedilen Risale-i Nur Külliyatı’nda Bediüzzaman, başka
hiçbir kaynakta bulunmayan, son derece değerli tesbit ve yorumlarıyla
Müslümanları aydınlatmıştır.
Elinizdeki bu kitapta, Bediüzzaman’ın Ahir Zaman
hakkındaki “Hz. Mehdi Ne Zaman ve Nerede Çıkacaktır?”, “Hz. Mehdi'nin Görevleri
Neler Olacaktır?” ve “Bediüzzaman’ı Mehdi Zannedenlere Bediüzzaman’ın Cevabı Ne
Olmuştur?” gibi pek çok soruya verdiği cevapları bulacaksınız.